Bolivya’da darbe girişimi gibi bir haberle karşılaşınca çok da şaşırdığımı söyleyemem doğrusu. Ne de olsa 1950’den beri dünyanın en çok darbe yaşamış ülkesi. Söz konusu yıldan itibaren bazıları yarım saat sürmüş 12 başarısız, tam 23 darbeye tanık olmuş, şaka değil. Önceki gün yaşanan sekiz saatlik kısa darbe girişimi de bunlardan biri sadece. Ancak pek darbeye benzemediğini de eklemiş olayım.
Yaşananlara bakalım; görevden alınan general Juan José Zúñiga liderliğindeki bir grup isyancı asker hükümeti devirmek amacıyla eski Başkanlık Sarayı, Palacio Quemado’yu basmış. Yanık Saray anlamına geliyor bu sıfat. Çünkü yıllar yıllar önce 1875’de ayaklanan halkın ateşe verdiği bir yapı burası. Onlarca şiddet eylemine, ayaklanmaya, hükümet darbesine tanıklık eden bir bina. Bu Zuniga denen generalin aklı biraz havada olmalı. Zorla sürgüne gönderilen ülkenin ilk yerli Devlet Başkanı solcu Evo Morales’in yeniden aday olması durumunda onu tutuklayacağını ilan etmesi ABD’nin Morales’tan hala nasıl korktuğunu göstermesi açısından hayli ilginç.
Bolivya Devlet Başkanı Luis Arce, Bolivya halkını “herhangi bir darbe girişimine karşı koymak” için harekete geçmeye çağırıp, ardından orduya yeni bir yönetim atayınca darbeciler geri çekilmek zorunda kalmış. Darbelere o kadar alışık ki ülke, nasıl tavır alınacağını artık öğrenmiş olmalı. Hemen sol eğilimli hükümetle büyük bir dayanışma sergiledi halk.
Ülkenin askeri diktatörlüklerle yönetildiği dönem 1964 ile 1982 arası. Sağcı, solcu, liberal, tutucu hangi görüşten başkan varsa hepsi bu dönemde devrildiler. 1971 ile 1978 yılları arasında ülkeyi yöneten Hugo Banzer Suárez, Şili diktatörü Augusto Pinochet’ye benzetiliyor. Çok sert bir yönetim kurduğu ancak Şili’de olduğu gibi ülkeyi kalkındırdığı söylenir Suarez’in. Pinochet ile farkı Şilili diktatörün halkın seçtiği bir iktidarı, Suarez’in ise bir başka diktatörlüğü devirmesi.
Ülkenin “korkunç” olarak adlandırılan dönemi ise 1978-1982 yılları arası dönem. Luis García Meza diktatörlüğüne yol açan 10 başarısız hükümet sorumlu bu dönemden aslında. General Meza, Arjantin askeri diktatörlüğünün tavsiyesiyle gerçekleştirdiği darbede, sosyalist lider Marcelo Quiroga Santa Cruz’u öldürdükten sonra 1980-1981 yılları arasında Bolivya’yı fiilen yönetti. Bu dönem gerçekten Bolivya’nın dünyadaki imajının olumsuz olmasına yol açan kanlı bir dönemdi. Katliamlar, baskılar, uyuşturucu kaçakçılığı bu dönemin özelliğidir derler.
Ülkenin kurtarcısı aslında sol oldu. Bolivya 1982 yılında sol bir koalisyonun kazandığı seçimlerle demokrasiyi tamamen benimsedi. Hernán Siles Zuazo hükümeti bu darbelerin sona ermesi anlamına geliyordu. Askeri diktatörlük döneminin sona ermesinin ardından Bolivya, iktidara gelenlerin ittifaklar kurmak zorunda kaldığı pakt temelli bir demokrasi aşaması yaşadı. O yıllarda, Bolivyalıların kaynaklarını savunmak için ayaklandığı su, gaz savaşları gibi krizler, isyanlar yaşandı. Son kriz, Amerika Birleşik Devletleri’ne kaçan eski başkan Gonzalo Sánchez de Lozada’nın devrilmesine yol açtı. Halkın çoğunluğunun desteğiyle iktidara gelen Evo Morales’in yükselişine tanık olundu.
Bu gelişme Bolivya’nın ilk yerli başkanı olan Morales’in on yıldan fazla herhangi bir ittifaka ihtiyaç duymadan ülkeyi yönetmesini sağlamıştı. Ancak Morales iktidarı 2019’da ABD önderliğinde ciddi bir komploya uğradı. Silahlı Kuvvetler kışladan çıktı, Morales’in istifa ederek Meksika’ya kaçmasına neden oldu. Bu kesinlikle bir darbeydi kuşkusuz.
Bu son yaşanan gerçekten darbe girişimi olabilir ancak pek de benzemiyor doğrusu öncekilere. Bir kere gelenek olduğu üzere şafak vakti yapılmış bir girişim değil. Başkan ya da bakanlar tutuklanmadı.
Ordu uzun zamandır güçlü değil ülkede. Ama Morales ile sosyalistlerin önderliğinde bilinçli, dinamik bir toplum var. Şu ana kadar yaşanan tüm krizleri kurumsal kanallar aracılığıyla çözebildi Bolivya.
Son, yarım saat süren darbe girişimi çabuk söndü.
Bu kez başaramadığına göre ABD Bolivya’daki lityum rezervlerinin kontrolü konusunda daha çok gayret göstermek zorunda kalacak gibi görünüyor.